GEREKÇE

Dünya’da enerji ve su kaynaklarına duyulan ihtiyaç artarken, aynı zamanda bu kaynakların geleceği ile ilgili belirsizliğin de artması hem bölgesel ve hem de küresel düzeylerde uluslararası işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Özellikle de kalkınmakta olan ülkelerin bulunduğu Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde, enerji ve su kaynaklarına duyulan ihtiyaç, gıda güvenliği, sağlık, iklim değişikliği, kuraklık, küresel ısınma ve çevre kirliliği gibi sorunlar, bu ülkelerinin kendi başlarına çözebilecekleri sorunlar olmaktan çıkmıştır. Bu sorunların çözümü bölgesel, kıtasal ve hatta küresel düzeyde uzun vadeli işbirliğini gerektirmektedir.

Enerji, su ve gıda ile modernleşme, kalkınma ve ekonomik büyüme arasında yakın bir ilişki vardır. 21. yüzyılda bireyler, toplumlar ve devletler arasındaki ilişkiler üzerinde etkisi giderek artan bu sorunlar yeni kavramların ortaya çıkmasına da sebep olmuşlardır. Örneğin, “tarım diplomasisi”, “su diplomasisi”, “enerji diplomasisi”, “doğal kaynak milliyetçiliği” gibi kavramlar gelişmiş ve önem kazanmıştır. Kıt kaynakları kontrol yarışı ve kaynaklar üzerindeki gerilim modern dönemler boyunca neredeyse tüm savaşların temel nedenlerinin en önemlilerinden birini teşkil etmiştir.

Enerji talebinin büyük bir hızla artmakta olduğu günümüzde ise daha kapsamlı güvenlik ağları oluşturulmadıkça uluslararası güven ve istikrarın sağlanması mümkün görünmemektedir. Geleneksel enerji kaynaklarının yanında, güneş enerjisi ve bio-yakıt gibi seçeneklerin de çevresel dengeyi bozmayacak şekilde gündemde tutulması ancak uluslararası koordinasyon ve işbirliği sayesinde mümkün olabilir. Ekonomik etkileşimin belkemiğini oluşturan enerjiye dayalı ulaşım sektörünün geliştirilebilmesi de yine koordinasyon ve işbirliği çabalarını zorunlu kılmaktadır.

Enerji Güvenliği sadece bir ülkenin enerji politikaları ya da üretim politikaları ile ilgili bir sorun değildir. Enerji kaynaklarını kontrol eden ülke ya da ülkeler, küresel uluslararası ilişkilere de yön vermektedirler. Denilebilir ki, enerji kaynaklarının kontrolü küresel düzeyde siyasi ve iktisadi hegemonya kurmanın en temel unsuru ve koşuludur. Bu nedenle, enerji güvenliği ile ilgili olarak yürütülecek çalışmalar sadece içeride üretim koşullarının güvence altına alınması ve dolayısıyla su ve gıda güvenliğinin de sağlanması için değil, aynı zamanda uluslararası alanda bağımsız ya da özerk faaliyet alanı inşa edilmesi ve inşa edilen bu alanın sürdürülmesi açısından da hayati öneme haizdir.

Enerji sektöründe görülen yeni gelişmeler, kaya gazı ve petrolünü çıkarmakla ilgili olarak geliştirilen yeni teknolojiler küresel jeopolitiğin geleceğini etkileyebilecek düzeydedir. Bu alandaki gelişmeler son dönemde ABD’yi net enerji ihracatçısı haline getirmiştir. Bu teknolojinin Çin’de de uygulanması halinde dünya enerji jeopolitiğinin seyri değişebilecek, hâlihazırda merkezi konumda bulunan ülkeler nispi önem kaybına maruz kalabileceklerdir. Küresel hegemonya ilişkilerinin en temel aracı konumundaki “enerji” konusunda görülecek nispi önem kaybı su güvenliği ve gıda güvenliği gibi araçların daha fazla kullanılmasına neden olabilir.

Küresel düzeyde su kaynaklarının iyi yönetilememesi ciddi uluslararası sorunlar doğurmaya aday görünmektedir. Hatta konunun uzmanları acilen ciddi önlemler alınmaması hâlinde, su problemlerinin enerji problemlerinden fazla önem kazanacağını, gelecekte “Su Savaşları”nın patlak verebileceğini, uluslararası düzen ve istikrarı tahrip edebileceğini belirtmektedir. Suya erişebilirliğin kalkınma ve büyüme üzerindeki etkisi, enerjinin bu alandaki etkisinden de önemli hâle gelmiştir.

Dünya nüfusundaki hızlı artış gıda güvenliği sorununu da beraberinde getirmektedir. Artan gıda talebi, enerji ve suya olan talebi de artırmaktadır. Küresel ısınma temelli iklim değişiklikleri bazı bölgelerde kuraklığı, diğerlerinde ise sel felaketlerini tetiklemektedir ve her iki felaket de gıda üretiminde ciddi düşüşlere neden olmaktadır.

Resmî devlet kademeleri, enerji, su ve gıda sorunlarının çözümünde koordinasyon ile işbirliği yolunu açabilmek için iç bünyelerinde gerekli düzenlemeleri yapmalı ve önlemleri almalıdır. Karşılıklı bağımlılık bilinci ile stratejik yaklaşımlar geliştirilmeli ve hedefler belirlenmelidir. Ne var ki, su, enerji, gıda gibi sorunların çözümünde sadece devletler değil, ulusal ve uluslararası sivil toplum kurumları ve düşünce kuruluşları gibi devlet dışı aktörler de önemli hâle gelmiştir. İyi yönetişimde kurumsallaşma, kimlik ve çıkar ayrışmalarının çağdaş yaklaşımlarla çözümlenmesi, sürdürülebilir sağlıklı değerlerin belirlenmesi, benimsenmesi, öğretilmesi ve barışın sağlanması büyük önem kazanmıştır. Sadece bu şekilde ulusal çıkaralar güvence altına alınabilecek ve farklı ülkelerin çıkarları uyumlu hale getirilebilecek, hızlı teknolojik gelişmeler karşısında alınması gereken önlemler gereği gibi alınabilecek, uluslararası çatışmalar kolaylıkla çözümlenebilecek, sürdürülebilir ve yeterli ekonomik büyüme sağlanabilecektir.

Açlık ve kötü beslenme insani kalkınmayı engelleyen en önemli iki nedendir. Bu iki tehdit yaşam hakkını tehdit etmekte, kalkınma için gerekli fırsatları, kısacası, temel insani işlevlerin yerine getirilmesini engellemektedir.

Yeterli ve uygun kalitede gıdaya kesintisiz erişilebilmesi, bireylerin gıda satın alma gücüne sahip olmaları, gıdaların uygun biçimde işlenip depolanması, bireylerin beslenme ve çocuk bakımı gibi konularda gerekli bilgiye, sağlık ve temizlik hizmetlerine kolayca erişebilmesi koşullarının gerçekleşmesi hâlinde gıda güvenliğinden söz edilebilir. 2012 istatistiklerine göre, dünyada 240 milyonu Sahra-altı Afrika’da olmak üzere bir milyardan fazla kişi açlık sınırının altındadır.

Gıda güvenliğini sağlamak için öncelikle alınması gereken önlem tarımsal verimliliği artırmaktır. Özellikle gübre ve gelişmiş tohumların kullanılamayacak kadar pahalı ve eğitim düzeyinin düşük olması bazı ülkelerde gübre endüstrisi ve tohum ıslahı için yatırım yapılmasını ve tarımsal eğitimin yoğunlaştırılmasını zaruri kılmaktadır. Modern tarım uygulamalarının, üretimi artırırken çevre ve sağlık felaketlerine yol açmayacak şekilde planlanması da hayati önem arz etmektedir.

Günümüzde sadece tarım ve hayvancılık faaliyetlerine dayalı olarak gelişmesini ve kalkınmasını tamamlamış bir ülkeye rastlamak mümkün değildir. Öte yandan, tarım ve hayvancılığı en fazla destekleyen ülkelere baktığımızda da karşımıza ABD ve Fransa gibi gelişmiş ülkeler çıkmaktadır. Bu verilerden yola çıkarak rahatlıkla söylenilebilir ki, Türkiye ölçeğindeki ülkeler tarım ve hayvancılık alanlarında gerekli önlemleri almadıkları takdirde tam anlamıyla gıda bağımlısı ülkeler haline gelebilirler. Bu da, herhangi bir kriz durumunda bu ülkelerin dış politikalarının gıda alanında güçlü ülkelerin kontrolüne girebileceği anlamına gelmektedir.

Aile planlaması ve kızların eğitimi gibi konular da gıda güvenliği açısından büyük önem taşımaktadır. Hızlı nüfus artışı bazı ülkelerde gıda ihtiyacını da artırmaktadır. Ayrıca cinsiyet ayrımı nedeniyle kızların eğitimsiz kalması verimliliği düşürmekte ve gıda güvenliğini tehdit etmektedir. Kadının statüsünün iyileşmesi tarımsal üretimin artmasını, gıda güvenliğinin gelişmesini ve yoksulluğun azalmasını sağlayacaktır. Bu nedenle bazı az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere dönük yardım ve yatırım politikalarının, kadınların üretime katılmasını ve kadın sağlığını mutlaka göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Az gelişmiş ülkelere bağışta bulunan aktörler ve kalkınma ajansları tarım, gıda ve su güvenliği ile toplumsal kalkınma projeleri arasında bütünleşmeye gidilmesinin gereğine vurgu yapmaktadır. Bu nedenle gıda güvenliği sadece üretimin artırılmasına değil; pazar imkânlarının iyi tespit edilmesi, içme ve sulama suyu kaynaklarının geliştirilmesi, eğitim imkânlarının artırılması, iyi yönetişim anlayışı çerçevesinde yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, üreticilerin desteklenmesi, sivil toplumun gıda güvenliğine angaje edilmesi, sosyal adaletin ve hesap sorulabilirliğin geliştirilmesi, alt yapının iyileştirilmesi, bölgesel bütünleşme imkânlarının araştırılması, bilgi ve iletişim teknolojilerinden yararlanılması, cinsiyet politikalarının iyileştirilmesi, insan kaynaklarının geliştirilmesi vb alanlarda ciddi ilerleme sağlanmasına da bağlıdır.

Günümüzde gıda, yem, enerji, kimyasal ve sınai ürünlerin biyolojik kaynaklardan sürdürülebilir biçimde üretilmesiyle ortaya çıkan ekonomik faaliyetleri bütünü “biyoekonomi” olarak adlandırılmaktadır. Biyoekonominin temel amacı ise; “biyoteknolojiyi kullanarak sağlıkta gelişme, tarım ve ormancılıkta verim ve kalite artışı, çevresel konularda ise sürdürülebilir iyileşmeyi sağlayarak artı değerler üretmek ve ekonomiye katkı sağlamak” şeklinde tanımlanmaktadır. Ülke olarak son yıllarda tarım sektöründe yakaladığımız büyüme ve gelişme hızının sürdürülmesi ve uluslararası alanda rekabet gücünün artırılması için ulusal bir biyoekonomi stratejisi oluşturmamız artık bir zorunluluk hâline gelmiştir.

Enerji, Su, Gıda Güvenliği ve Medeniyet ilişkisi bağlamında konu değerlendirildiğinde ise; İnsanların tarihten koptuğu ve gelecek kaygılarından uzaklaştığı, diğer bir ifade ile zaman ve mekân ilişkilerinin sorunlu hâle geldiği günümüz tüketim çağında kaynaklar hızla tükenmektedir. Tüketim çılgınlığına bir son verilmemesi durumunda, doğal yollardan milyonlarca, belki de milyarlarca yılda sentezlenmiş ve depolanmış olan fosil yakıtların birkaç on yıl içerisinde tükeneceği yönündeki öngörüler bunun en bariz delilini teşkil etmektedir.

Modernite ile birlikte çevre krizleri yaşanırken, "insan doğaya egemendir" önermesi de özgürlüğe ulaşma adına varoluşsal güvenliği yok eden bir çelişkiye dönüşmüştür. Modern olmanın temel kriterlerinden biri gibi sunulan bu yaklaşım, doğayı sömürülecek ve sorumsuzca egemen olunacak tükenmez bir kaynak gibi görerek evrensel varoluşu tehdit eden çevre felaketlerinin önünü açmıştır.

İnsanlar arası ilişkilerdeki rekabetin parametreleri ise temelde kimin hangi doğa unsurları üzerinde egemen olacağı ile ilgilidir. Aynı şekilde genetik bilimindeki gelişmelerin ve klonlama faaliyetlerinin arttığı, kimyevi ve radyoaktif maddelerin kullanımının yaygınlaştığı, çevre sorunlarının gittikçe içinden çıkılmaz bir hâl almaya başladığı günümüzde “insan”ın tanımı, varoluşsal güvenlik ve özgürlük açısından yeni boyutlar kazanmıştır.

Öte yandan, modern teknolojinin kontrolsüz kullanımı telafisi imkansız pek çok çevre ve buna bağlı gıda güvenliği sorununu da beraberinde getirmektedir. Tüketim kalıplarında ciddi sağlıklı değişim gerçekleştirilemediği takdirde gelecek nesillere pek de yaşanabilir bir dünya ve kaynaklar bırakamayacağımız anlaşılmaktadır.

Ayrıca, mevcut tüketim kalıpları sosyal statülerin tüketim gücü üzerinden belirlenmesine neden olmakta ve bu da temel medeniyet değerlerinin anlamsızlaşmasına ve toplumsal çözülmeye neden olmaktadır. Bu tür sorunların çözümü sadece yeterince derin ve nitelikli bir medeniyet anlayışının yeni nesillere kazandırılması ile mümkün olabilecektir. Böylesi bir anlayışın nüveleri Anadolu medeniyet birikiminde mevcuttur.

Teknolojik gelişmelerden kaynaklanan sorunlar, sanayileşme ve şehirleşme sorunları; enerji, su ve gıda sorunları, medeni değerlerin korunması ve yaşatılması noktasında ciddiyetle ele alınmalı, yeniden değerlendirilmeli ve bu konuda uygun politikalar geliştirilmelidir. Enerji, Su ve Gıda güvenliğindeki yaklaşımların böyle bir bakış açısı ile yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anlatılmaya çalışılan tüm bu sorunlar, kapitalist ekonomik büyüme arayışının hem nedeni hem de sonucudur. Yani gerekli önlemler alınmadığı takdirde mevcut sorunlar bir sarmal halinde büyüyecek ve kısa zamanda daha da içinden çıkılmaz bir hâl alacaktır. Dengesiz nüfus hareketleri ile sağlık ve iklim sorunları her geçen gün daha da kaygı verici boyutlar kazanmaktadır. Tüm bu sorunların çözümü ise medeniyet temelli köklü çözüm arayışlarını zorunlu kılmaktadır.

Teknolojik gelişmeler ve günümüz tüketim kültürü arasındaki yoğun etkileşim sonucunda insanların tatminsizlik duyguları daha da derinleşmekte, sınır tanımayan bir hırsa sahip bireyler kısa yoldan zengin olma ve daha fazla tüketme hayalleri ile üretim - tüketim dengesinin bozulmasını hızlandırmakta ve gıda güvenliği riskini büyütmektedirler.

Salt teknik iç, dış ve uluslararası önlemler ile bu soruna köklü çözüm getirmek imkânsızdır; uzun soluklu medeniyet projelerinin hayata geçirilmesi bu bağlamda kaçınılmaz bir zorunluluktur. Günümüzde Çin başta olmak üzere Asya ülkelerinin devlet kapitalizmi ve ucuz iş gücü gibi faktörlere dayalı olarak yükselişe geçmesi, Batılı ülkelerin rekabet gücünü sarsmış ve bu ülkelerde enerji, su ve gıda politikalarının gözden geçirilmesini zorunlu hâle getirmiştir. Bu noktada devletin yükünü azaltan sivil sosyal ağların güçlendirilmesi ve özgün medeniyet kurumlarının işlevsel hale getirilmesi gerekmektedir.

YUKARI